Yakın zamanda yayımlanmış "Süt ve Sağlık" isimli bilimsel bir makaleden bahsedeceğim.
Makalenin orijinal metni: https://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMra1903547
Makalenin Türkçe tam metni:
Bu makale 13 Şubat’ta dünyanın en prestijli tıp dergilerinden biri olan New England Journal of Medicine’da (NEJM) yayımlandı. Bu makale aslında bir derleme, yani daha önce yayımlanmış 120 bilimsel makaleden alınan, süt ve insan sağlığı hakkındaki bilgileri derliyor. Makalenin içeriğine geçmeden önce size biraz dergiden bahsetmek istiyorum, çünkü böyle bir yazının yazılmasından ziyade böyle bir dergide yayımlanması bence daha önemli.
NEJM neden çok önemli bir dergi, önemli olduğunu nereden biliyoruz?
Bilimsel makalelerin yayımlandığı dergilerin etkisini ölçmek için “impakt faktörü” denen bir ölçüm metodu kullanılıyor. Bu sayı, o yıl dergide yayımlanmış makalelerin diğer dergilerde kaç kere alıntılandığıyla ölçülüyor. Yani aslında bir derginin "impakt faktörü" ne kadar yüksekse bilimsel gündemi de o ölçüde o dergi belirliyor, diğer dergiler de sizin söylediklerinizi kaynak gösteren çalışmalar veya tespitler yapıyor diyebiliriz. Bunu belki bir örnek vererek daha iyi anlatabilirim. Benim uzmanlık alanımla ilgili dergilerin en iyilerinin impact faktörü 4-5 civarında. Benim bugüne kadar yaptığım en çok alıntılanan yazılarımın yayımlandığı derginin impactı 12. NEJM’in ise 70. Bugün dünyada bilimsel gündemi belirleyen, çoğunda sıradan bir bilim insanının belki hiç bir zaman yazı yayımlayamayacağı Cell, Nature, Lancet gibi dergilerin impact faktörü 40 ila 60 civarında ve NEJM hepsinin üstünde.
Peki derginin bu denli önemli olması neyi değiştiriyor?
Dergi ne kadar büyük olsa da tabi ki söylenen şeyler her zaman sorgulanmaya açık. Ama dergi büyüdükçe, yazarların bilimsel kurulu kandırma ihtimali de o denli düşüyor. Ayrıca dergiler genelde dikkat çekmek için sivri çıkışlar yapmıyor, bilakis halk sağlığını ilgilendiren genel konularda ince eleyip sık dokuyor. Özetle NEJM’in bu yazıyı yayımlamadan önce tüm bu hesaplamaları yapmış olduğunu düşünüyorum.
Yazının içeriğine geçmeden önce kişisel fikrimi de eklemek isterim.
Ben 3 yıl önce süt ve süt ürünlerini, hem bana hem hayvanlara hem de gezegene zarar verdiklerine ikna olduğum için tüketmeyi bıraktım. Hatta bu konuda bir çok video yaptım. Bu yazıya en çok benzeyeni de “Süt 12.000 yılda beklentileri karşılayabildi mi?” isimli videom. O videoda, bize sürekli olarak basında sütün faydaları diye anlatılan özelliklerin aslında yapılan bilimsel çalışmalarda doğrulanamadığını bilimsel kaynaklarla anlatmaya çalışmıştım. O videoyla ulaşabildiğim insan sayısı 3bin civarındaydı, bu makaleyle daha fazla insanın sütün gerçek yüzünü görme fırsatı bulacağına inanıyorum.
Gelelim makaleye...
SÜT ve SAĞLIK
Makalenin yazarları Boston’dan, Walter Willett Halk Sağlığı profesörü, David Ludwig de çocuk beslenme profesörü ve çocuk hastanesinde obezite önleme merkezinde çalışıyor.
Makale, inek ve insan dışı memelilerden elde edilen süt ürünlerinin, batı tipi beslenmede geleneksel bir yeri olduğunu hatırlatarak başlıyor. Daha sonra başlık başlık önce içeriğini sonra faydalı olduğu iddia edilen hastalıklardaki bilimsel yayınların sonucunu anlatıyor. En son sonuç bölümünde 6 maddelik bir özetleri var. Ondan sonra yazarlar kendi fikirlerini açıklıyorlar ve ardından da benim fikrimle sonlandırcağım.
Sütün İçeriği
Süt ne içerir? Bunu bilmek için aslında sütün amacını bilmek kafi; memelilerin yavrularını beslemek ve ilk yaştaki hızlı büyümelerini sağlamak. Bu yüzden de anabolik hormonlarla dolu. Süt veren inekler daha fazla süt vermek için yetiştirildiği için sütlerinde daha fazla insülin benzeri büyüme faktörleri var. Ayrıca inekler sağıldıkları çoğu zaman hamile veya lohusa olduklarından sütleri de progesteron, östrojen ve diğer hormonlarla dolu olduğunu biliyoruz. Sütün işlenmesi sayesinde sütün bazı zararlarını net olarak görmüyoruz. Mesela pastörizasyon yöntemiyle brusella, tüberküloz gibi bakterilerin bulaşmasını azaltabiliyor. Yoğurt, kefir gibi fermentasyon ürünleri de peptit yapıdaki hormonları denatüre edip, proteinlerin antijenin yapısını değiştiriyor ve laktoz içeriğini azaltıyor. Ama bu etkiler riskleri yok ediyor mu, bunu birazdan göreceğiz.
Büyüme ve Gelişme
Günümüzde anne sütünün olmadığı koşullarda, 1 yaşın altındaki çocuklarda formül şeklindeki inek sütleriyle bu dönemde çocuklara önemli besinleri sağlanıyor. Buna rağmen süt ve süt ürünleri olmadan da beslenmeye dikkat ederek normal büyüme ve gelişmenin sağlanabileceğini biliyoruz, burada önemli olan hayvansal gıdadan fakir beslenenler için B12, güneş maruziyeti az olanlar için de D vitamini takviyesinin yapılması.
Sütün boy uzatma konusuna gelirsek; iyi beslenen çocuklarda süt tüketiminin boyuna uzamayı artırdığı biliniyor. Bu etki anabolik hormonlar, belirli aminoasitler veya başka bir sebeple olabilir, kesin olarak sebebini bilmiyoruz. Ama inek sütünün çokça içerdiği aminoasitler, IGF-1 yani insülin benzeri büyüme faktörü üretimini o da büyüme hormonunun etkisini artırıyor. Buna ek olarak lösin aminoasidinin hücre büyümesini artıran ve programlı hücre ölümünü azaltan mTOR yolağını aktive ettiği biliniyor. Bu büyümenin sağlık sonuçları biraz karışık, kalp damar hastalıkları riskini düşürüyor gibi görünse de akciğer embolisi, kalça kırığı ve bir çok farklı tip kanser riskini artırabileceği bulunmuş.
Kemik Sağlığı ve Kırık Riski
Hayat boyu süt içilmesinin en önemli sebebi kemik sağlığı için gerekli kalsiyumun alınması gerekmesi bahanesidir. Oysa bugün süt tüketimi fazla olan ülkelerde kalça kırığı ihtimalinin yüksek olduğunu biliyoruz. Tabi ki bu ilişkide bir sebep sonuç ilişkisi olmayabilir. Kemik kırıklarında D vitamini ve etik yapı gibi faktörlerinde etkili olduğunu biliyoruz. Bugün Amerika Birleşik Devletlerinde kullanılan süt tüketim miktarı önerileri sadece 155 kişide yapılan 20 günlük bir çalışmaya dayandığını biliyor muydunuz? Bu çalışmanın en önemli kısıtlamalarından biri uzun vadede sağladığı iddia edilen katkının süt almayan kontrol grubundan farksız olduğu.
İleriye dönük çalışmaların derlendiği bir meta-analizde bize önerilen alınması gereken günlük kalsiyum miktarı olan 1000mg ile 555mg kalsiyum karşılaştırılmış ve uzun vadede kemik kırığı riski açısından fark olmadığı anlaşılmış. Yani aslında bize önerilen kalsiyum miktarının yarısıyla da kemik kırığından korunmuş oluyoruz ya da başka bir deyişle bize önerilen miktarda kalsiyum aldığımızda yarısı kadar alanlardan daha az kırıkla karşılaşmıyoruz.
Kilo ve Obezite
Süt her ne kadar kilo kontrolü açısından önerilse de bu konuda insanlar randomize edilerek yapılan 29 çalışmanın derlemesinde süt ve süt ürünlerinin kilo kontrolünde hiç bir etkisi olmadığı gösterilmiş. Bununla beraber çocuklarda yapılan çalışmalarda aleyhte ve aleyhte bulguların gözlendiği görülmüş. Özetle sütün çocuklarda veya erişkinlerde kilo kontrolünde etkili olduğunu destekleyecek yeterli bilimsel veri yoktur.
Tansiyon, Kolesterol ve Kalp-Damar Hastalıkları
Süt görece yüksek miktarda potasyum içerdiği için tansiyonu da düşürdüğü var sayılır. Az yağlı sütlerle bile yapılan çalışmalarda süt ve süt ürünlerinin tansiyonu düşürdüğü net olarak gösterilememiştir. Sütün karşısına şekerli içecekleri veya rafine karbonhidratları koyarsanız, tansiyon açısından süt tercih edilebilir olacaktır, oysa karşısına meyveler, baklagiller ve yemişler konduğunda bu sonuçlar değişmektedir.
Kolesterol konusunda da, süt bir doymuş yağdan zengindir, doymuş yağ ağırlıklı beslenmek kolesterolü artırır. Zaten tüm dünyada süt önerileri az yağlı formlarının tüketilmesi yönündedir. Doymuş yağın yerine karbonhidratların koyulması LDL seviyelerini düşürse bile TG seviyesiyle LDL’lerin büyüklüğünü artırmakta ve inflamasyonu da tetiklemektedir. Halbuki doymuş yağların yerine doymamış yağların koyulması kolesterol seviyelerini düşürürken yan etkilerin de görülmemesi sağlar.
Kalp damar hastalıklarına gelince, yapılan çalışmalarda ne tam yağlı ne de az yağlı süt ürünleriyle; kalp krizi, inme veya ölümle olumlu veya olumsuz bir ilişki saptanmamamıştır. Bu çalışmalarda süt ürünlerinin hangi gıdalarla kıyaslanarak bu sonuçlara ulaşıldığı çok önemli. Zira kırmızı etler ve rafine karbonhidratlarla kıyaslandığında anlamlı bir fark çıkmazken; çoklu doymamış yağlar ve bitkisel yağ kaynaklarıyla kıyaslandıklarında süt ve süt ürünlerinin kalp damar hastalıkları riskini artırdığı bulunmuştur. Sadece bol nişastayla beslenilen düşük gelirli ülkelerde yaşayanlarda, orta seviye süt ve süt ürünü tüketiminin kalp damar hastalıklarını düşürdüğü saptanmıştır. Bu cümlede bahsedilen ülke ne yazık ki ve ne mutlu ki Türkiye değil.
Diyabet
İnek sütünün tip 1 diyabetin en önemli sebeplerinden biri olduğu iddia edilmişti. Bu iddianın kaynağı inek sütündeki proteinlerin bebeğin pankreas adacık hücrelerine saldırması ve onları harap etmesine bağlı insülin üretememesi olduğu söylenmişti. Ama yapılan çalışmalarda bu doğrulanamadığı için bu iddia henüz kabul görmüş değil.
Tip 2 diyabet konusunda; süt ve süt ürünleri tüketiminin az da olsa tip 2 diyabet riskini artırdığını gösteren çalışmalar olsa da bu konuda yapılan tüm çalışmalar derlendiğinde diyabetle en azından olumlu hiç bir ilişkisinin olmadığı görülmüştür. Yani süt ve süt ürünleri bizi diyabetten korumaz. Bilimsel literatürde bunun aksini söyleyen çalışmalar mevcuttur. Örneğin sütün yerine meyve suyu veya gazozları koyduğunuzda diyabet açısından süt faydalı kısımda yer alırken, sütün yerine kahve koyduğunuzda bu sefer de riskli kesimde yer alabilmektedir. Önemli olan metodoloji, lütfen bilimsel makaleleri incelerken bu ayrıntılara dikkat edin.
Kanser
Uluslararası gözlemsel karşılaştırmalarda, süt ve süt ürünleri tüketiminin artmış meme, prostat ve bir kaç kanser tipinde daha riski çok artırdığı gösterilmiştir. Sütün içindeki IGF-1’in fazla olması olası mekanizmayı açıklamaktadır, yani burada olağan şüpheli inek sütünden gelen ve hayat boyu günde üç öğün maruz kaldığımız IGF-1. Uluslararası gözlemsel çalışmalardan metodolojik açıdan daha üstün olan ileriye dönük çalışmalarda prostat kanseri riskini artırdığı doğrulanırken meme kanserinde riskin o kadar da artmadığı görülmüştür. Ama ek olarak endometrium kanserinde, özellikle hormon tedavisi almayan menopoz sonrası kadınlarda riskin çok arttığı görülmüştür. Sadece bağırsak kanserinde riski azaltma söz konusu, bu da içerdiği kalsiyum sayesinde olduğu tahmin ediliyor. Tabi ki bir besin öğesinin kanserle ilişkili olup olmadığını bilimsel bir çalışmayla savunmak veya reddetmek metodolojik olarak çok zor. Tüm bu çalışmalar yıllarca sürse de insanlar belli bir yaşa geldikten sonra başlıyor, bu açıdan çalışma öncesi beslenme alışkanlıkları sonuçları etkiliyor olabilir.
Alerji ve intolerans
İnek sütü alerjisi çocuklarda %4 oranında görülüyor ve ciddi beslenme problemlerine sebep olabiliyor. Yüzde 4 az gibi görülebilir ama 25 çocuktan biri olarak düşünebilirsiniz. Ayrıca bu alerji sadece kaşıntı ve kızarıklık olarak değil, astım, egzama veya yemek alerjileri olarak ortaya çıkabiliyor. Yapılan bir çalışmada, ailesinde alerji öyküsü olan çocuklar iki kola ayrılmışlar, bir kola inek sütlü formül diğer kola da protein yapısı bozulmuş formül vermişler (yani inek antijenlerinden arınmış). İnek antijenlerinden arınmış formülle beslenen çocuklarda 10 yıllık zaman zarfında tüm alerjik hastalıklar anlamlı olarak daha az görülmüş. Başka bir çalışmada, inek sütü intoleransı olduğu bilinen çocuklar iki gruba ayrılmış ve soya sütü verilen grupta 65 çocuktan 45’inin tüm rahatsızlıkları geçmiş. Bu çalışma çift kör bir çalışma, yani çocuklar da onlara sütü veren de hangi sütün verildiğini bilmiyor. Böylelikle sütün psikolojik etkisi ve süt kararını verenin bias yapma yani tıbbi mızıkçılık yapma ihtimali ortadan kalkıyor.
Ölüm
Süt ve süt ürünlerinin ölüm riskini artırmadığını gösteren metaanalizler olsa da, yakın zamanda yapılmış 3 gözlemsel çalışmayı derleyen bir analizde, tam yağlı süt ürünlerinin genel ölüm riskini artırdığı bulunmuş. Bununla beraber yine daha önce de vurguladığım gibi karşılaştırdığınız besin öğesine göre ölümcüllük göreceli olarak değişebiliyor. Ana protein kaynağı olarak karşılaştırıldığında, (daha önce instagramda da paylaştığım bir çalışmada) işlenmiş et ürünleri ve yumurtayla kıyaslandığında süt ve süt ürünleri ölüm riski açısından düşük, bitkisel proteinlerle karşılaştırıldığında yüksek riskli bulunmuş.
Organik süt
Konvansiyonel süt üretimindeki ilaçlar ve pestisid kalıntıları nedeniyle organik süt üretiminin daha sağlıklı olduğu iddia edilse de bu konuda net bir sonuca varan bir çalışma yoktur. Organik sütte beta karoten ve çoklu doymamış yağlar daha çok bulunur ama bu organik olduğu için değil, inekler doğal beslendiği içindir. Sütün östrojen ve progesteron içeriği inek hamileyken sağılırsa artar ama organik ve konvansiyonel mandıracılıkta bu açıdan bir fark yoktur. Özetle organik sütler de organik olmayan sütlerin risklerini taşımaktadır.
Çevresel etki
Gıdalar, üretimlerinin çevreye olan etkileri sebebiyle dolaylı veya doğrudan sağlığı etkileyebilirler. Süt ve süt ürünleri üretimi, özellikle endüstriyel olarak yapıldığında sera gazı üretimi, iklim krizi, su kaynaklarının kullanımı, çevresel kirlenme ve antibiyotik direnci açısından potansiyel olarak tahıl ve baklagil üretiminden 5 ila 10 kat daha zararlıdır. Sadece evrensel sera gazı hedeflerine ulaşmak için bile süt ve sütü ürünleri üretimini kısıtlamak büyük katkı sağlayacaktır.
Sonuç
İnek sütü, içerdiği büyüme faktörleri, makro ve mikro besin öğeleriyle insan beslenmesine katkı sağlamaktadır, ama bu besin öğeleri diğer kaynaklardan karşılanabilmektedir. Mevcut bilimsel kanıtlar fazla süt tüketiminin erişkinlerde kemik kırıklarını önlediğini göstermemektedir. Süt ve süt ürünleri tüketiminin kilo kontrolünü sağlama etkili olduğu, diyabet ve kalp-damar hastalıklarından koruduğunu gösteren net bir bulgu yoktur. Süt ve süt ürünlerini fazla tüketmenin prostat ve rahim kanseri riskini artırdığı, sadece bağırsak kanseri riskini azaltabileceği görülmüştür. Burada önemle vurgulanması gereken, süt ve süt ürünlerinin etkilerinin hangi gıda grubuyla karşılaştırdığına göre değiştiğidir. Örneğin işlenmiş et ürünleriyle kıyaslandıklarında masum gibi gözükmelerine rağmen, bitkisel gıdalarla kıyaslandıklarında öyle olmadıkları görülmektedir. Yüksek besin içeriği sayesinde, nitelik ve nicelik bakımından beslenmenin yetersiz olduğu bölgelerde, süt faydalı olabilir, ama yeterli beslenmenin mümkün olduğu toplumlarda, fazla süt ve süt ürünleri tüketmek uzun vadede kırık riskini artırabilir ve kanser riski de endişe vericidir.
Yazarların fikri:
Güncel besin öğelerinde yer alan süt ve süt ürünlerinin günde en az 3 porsiyon tüketilmesi gerekliliği doğrulanamamıştır. Bir insanın alması gereken süt miktarı tüm beslenme kalitesiyle orantılıdır. Düşük gelirli ülkelerde yaşan çocuklar gibi, beslenme kalitesi düşük olanlar için, süt ve süt ürünleri beslenmede önemli rol oynarken, beslenme kalitesinin yüksek olduğu yerlerde fayda sağlayabileceği gibi zarar verme potansiyeline de sahiptir. Süt tüketimi sınırlandırıldığında en önemli endişe olan kalsiyum ve D vitamini süt ve süt ürünlerinin potansiyel negatif etkilerini göstermeyen yollarla alınabilir.
Benim fikrim:
Ne D vitamini ne de kalsiyum için asla süt ve süt ürünlerine mahkum olmadığımızı düşünüyorum, hele ki meyve sebze satın alma gücünüz varsa. Süt ile bu kalsiyumun bu abartılı ilişkisinin, omega3 ile balık arasında, demirle kırmızı et arasında, probiyotikle yoğurt arasında olduğunu da iddia ediyorum.
Ayrıca bu tip bir yazının böyle prestijli ve çok okunan bir bilimsel dergide yayımlanmasını da bir paradigma kaymasının başlangıcı olarak görüyorum. Bundan sonra süt ve olası zararları hakkında daha çok konuşulacağına da inanıyorum. Unutmayın ki veganlık her ne kadar etik temellere dayanan bir yaşam biçimi de olsa, bir insanın hayvan ve çıktılarını tüketmemesinin altında fizyolojik sebepler olduğunu da iddia ediyorum. Evet yüz yıl önce beslenme açısından belki iyi bir alternatifti ama besinlere ve bilgilere bu kadar kolay erişimimiz olduğu bu devirde hayvansal gıdalara ihtiyacımız olmadığını yavaş yavaş anlıyoruz. Ayrıca hayvancılığın bugün gezegene ne kadar zarar verdiği ve hayvanların sadece yemek sektöründe değil, kozmetik, tekstil, eğlence gibi bir çok sektörde kullanılıyor olduğunu da hatırlatmak isterim.
Suat Erus
Mart 2020
Comments