top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıSuat Erus

"1 yıl boyunca sadece et yiyen iki arkadaş" efsanesi ve ardında yatan gerçekler

Güncelleme tarihi: 4 Mar 2020

Hayvansal gıdaların insan vücuduna zararlı olduğunu savunan biriyseniz "1 yıl boyunca sadece et yiyen iki araştırmacının vücutlarındaki şaşırtıcı değişimler" başlıklı bir paylaşıma denk gelmemiş olamazsınız.

Hep servis edilen bu görseldeki sağdaki kişinin çalışmayla alakası yok

Bu yazının kaynak makalesinin ve çalışmaya katılan araştırmacıların detaylarını birazdan paylaşacağım zaten ama bir cümleyle özetlemek gerekirse yazıda anlatılan şu:

İki adam bir yıl boyunca et ve hayvansal yağdan başka bir şey yemiyor ve bir yıl sonunda sağlıklarının kötüye gitmediği, hatta bazı rahatsızlıklarının da iyileştiği görülüyor.

Bir yıl boyunca yaşadıklarını, öncesini ve sonrasını detaylı olarak anlatmadan önce sadece bu sonuca bir cümleyle cevap vermem gerekseydi şöyle derdim:

Sadece 1 yıl boyunca hayvansal gıda tüketerek iki kişinin sağlıklarının bozulmaması; ne hayvansal gıdaların sağlıklı oldukları ne de güvenle tüketilmeleri gerektiği anlamına gelir.

Çalışmanın detaylarına bakıp dikkatlerden kaçan şeyleri de konuşmakta fayda var. Detaylara girmeden önce tüm bu olayın 4 önemli bileşeni olduğunu düşünüyorum.

  1. Araştırmacılardan biri olan Vilhjamur Stefansson'un kendisi

  2. Eskimoların beslenme şekli

  3. Çalışmanın bulgularının yorumlanması

  4. Çalışmanın günümüzde ne anlama geldiği

İlk bakışta dördü birbirinden bağımsız konular gibi gözükse de sonunda ne kadar da ilgili olduklarını anlayacaksınız. Öncelikle size biraz araştırmacılardan biri olan Vilhjamur Stefansson'dan bahsetmek istiyorum.


Vilhjamur Stefansson

Kendisi doğmadan önce İzlanda'dan Kanada'ya göç eden bir ailenin, başlarına gelen sel felaketinden hayatta kalan tek çocuğu. Selden sonra da aile Amerika'ya göç ediyor ve Stefansson, Harvard Üniversitesi'nde Antropoloji eğitimini tamamlayıp, 2 yıl da aynı bölümde okutman olarak derslere giriyor. Daha sonra İzlanda'da antropolojik çalışmalar yaparken İngiliz-Amerikan Kutup Keşif grubu tarafından işe alınıyor ve onlarla keşfe gittiğinde onlardan ayrılıp 2 yılını Eskimolarla birlikte geçiriyor (kaynak). O zamanlar Kuzey Kutup bölgesi hala daha tam keşfedilmiş değil ve yeni yerler keşfetme fikri Stefansson'a çok cazip geliyor. Bundan sonra kuzey kutbuna çeşitli keşif gezileri yapıyor ve 4 büyük kara parçası da (ada) keşfediyor. Tabi ki 1900'lerin başlarından bahsediyoruz ve bunları o zamanın teknolojisiyle ve o coğrafyada yapabilmek maddi açıdan çok külfetli ama bir o kadar da prestijli. Stefansson, yazdıkları ve söyledikleriyle çok ilgi çeken biri olduğundan bu gezileri için kolayca maddi destek bulabiliyor. Bu popülerliği sağlamada ve korumada iki önemli konuyu vurgulamadan geçmek olmaz. Bir tanesi "Karluk faciası" bir tanesi de "Sarışın Eskimo" efsanesi.


Karluk Faciası

1913'te Stefansson önderliğinde, Kanada hükümetinin görevlendirmesiyle, birinin adı "Karluk" olan 3 gemiyle Arktik keşfe çıkılıyor. Amaç, sırlarla dolu kıtayı keşfetmek. Ama Karluk bir buzdağına saplanıyor ve Stefansson onları orada daha fazla yemek bulma bahanesiyle bırakıp diğer gemilerle keşfe devam ediyor. Karluk Gemisi 4 ay boyunca buza saplı olarak sürükleniyor ve en sonunda hasar görüp batıyor. Açlıktan ve soğuktan ölenler oluyor, kurtulanlar oluyor, kurtulduktan sonra komplikasyonlara bağlı ölenler oluyor. Karluk faciası o dönem çok tartışılıyor; kimileri Stefansson'u suçsuz ve iyi niyetli olarak görüyor ama kimileri de Stefansson'u hedefine giden yolda her fedakarlığı (insan hayatı?) yapmaya hazır hırslı bir insan olarak yorumluyor. Sonuçta Stefansson 1918'de Kanada'ya dönüyor ve maliyeti 75.000$ olarak planlanan gezi 500.000$'a mal olmuş oluyor. Karluk faciası için de basının sorularına "Ölümlerin, bilim ve ilerleme adına kabul edilebilir" olduğu açıklamasını yapıyor. (kaynak)

Karluk Faciasından sağ kurtulanlar

Ayrıca 1921'de, Karluk mürettebatının civarında öldüğü adanın keşfi için 4 kişiyi teşvik ediyor ve dördü de bu gezide hayatlarını kaybediyor. Stefansson hiç bir şekilde sorumluluk almıyor ve mürettebatın beceriksizliğine bağlıyor.


Sarışın Eskimolar

"Blonde Eskimo" terimini ilk söyleyen kendi olmamasına rağmen, bu terimi o dönemde popülerleştiren kişi Stefansson'dur. Şimdi bize çok merak uyandırmasa da kızıl saçlı ve sakallı Eskimo kabilelerin olması o dönem dünyada çok merak uyandırıyor. Stefansson da sarışın eskimoların yanına geziler düzenliyor ve onların Atalarının Avrupa'dan geldiğiyle ilgili kurduğu teorilerle hem basının ilgi odağı oluyor hem de popülerliğini sponsorluklara çevirme şansını buluyor.

Bu teorilerden 80 yıl sonra genom teknolojisi sayesinde yapılan DNA analizleriyle Stefansson'un teorilerinin doğru olmadığı ispatlanıyor. Bu açıdan baktığınızda ilginç bir şey görmüyor olabilirsiniz ama bu teoriyi çökerten ve Stefansson'un günlüklerini çeviren antropolog Pallson, Stefansson için şöyle diyor: "Eskimoların Avrupa kaynaklı olması fikri bile keşif gezileri için ona ekstra kaynak sağlamış olabilir." (kaynak)


Yani söylemek istediğim yine Karluk faciasıyla aynı şekilde, hedefine giden yolda yani keşifler için maddi kaynak arayışında çeşitli yollar denemiş olduğunu görüyoruz. Stefansson'la iki keşif gezisine katılmış zoolog Rudolph M. Anderson onun için şöyle diyor (kaynak):

Stefansson, keşif dünyasında bilinen en riyakar insandır. Geçimini, insanlara ustalıkla söylediği yalanlar sayesinde sağlayan doğuştan bir yalancıdır.

Stefansson, hayatının buraya kadar anlattığım evresinde Eskimolarla çok uzun zamanlar geçiriyor, hatta orada yaşadığı dönemlerde bir Eskimo'yla evlendiği biliniyor. Bu süreçte de beslenme şekillerini ilginç buluyor ve zaman içinde bunun bir savunucusu oluyor. Gittiği her yerde bu konuda konuşmalar yapıyor, Eskimoların beslenmelerini kendince modifiye edip insanları bu beslenme şeklinin ne kadar sağlıklı olduğuna ikna etmeye çalışıyor.

Hatta bir iddiaya göre, mevzu bahis "Bellevue Çalışması" sadece ona inanmayan insanların güvenini kazanmak için organize edilmişti.

İlerleyen yıllarda da zaten Büyük Arktik Kaşifi "Not by Bread Alone" (Sadece Ekmekle Olmaz) isimli bir diyet kitabı bile çıkartıyor. Ayrıca bu kitap bugün ketojenik beslenme savunucularının da çok sevdiği bir kitap. Oysa bugün beslenme modelini örnek aldığı Alaska'da yaşayan yerlilere Stefansson'un beslenme konusunda savunduklarını sorduğunuzda hepsi bir ağızdan Stefansson'un yalancı olduğunu söylüyor (kaynak).


Yani demek istediğim bu yazıya konu olan makale aslında meraktan doğmuş bir beslenme şekli deneyi değil. Spekülasyona çok müsait olduğunu kabul ediyorum ama bu çalışmayı okurken bu bağlamı da bilmenin gerekli olduğunu düşünüyorum.


Eskimoların Beslenme Şekli

Çalışmaya geçmeden önce Eskimoların beslenme şeklinden ve Stefansson'un bu beslenme şeklini nasıl yorumladığından biraz bahsetmek lazım.

Eskimoların yaşam alanları yılın büyük bir bölümünde karlar altında kaldığından tarıma elverişli değil. Bu sebeple Eskimoların en önemli besin kaynağı deniz canlıları ve başta da deniz memelileri.

Deniz memelileri, büyük balinalar, zamanlarının büyük bir kısmını çok derinlerde geçirir. Somutlaştırmak gerekirse 3-4 saatlerini 800 metrenin altında geçirirler. Bu da yaklaşık 150 atmosfer basıncına denk geliyor. Dünyada yenilen balıkların nerdeyse hepsinin 1 atmosfer basınçta yaşadığını düşündüğümüzde bu seviyenin ne kadar derin olduğunu anlayabilirsiniz. Bu kadar derinlikte bu kadar uzun kalabilmek için bu memelilerin kocaman glukojen depoları olması gerekiyor ya da fazla glukojen depolayabildikleri için bu kadar derine inebiliyorlar (seleksiyon?) (kaynak).


Glukojen, glukozun depo hali ve glukoz da vücudun temel yakıtı olan bir karbonhidrat. Oksijenlerinin tükenmeleri halinde glukojenden glukoz sentezleyerek yakıt sağlayabiliyorlar. İnsanlar ve diğer kara memelileri, karaciğer ve kaslarında glukojen depolayabilirken bazı balina türlerinin vücutlarının, deri gibi çeşitli yerlerinde çok fazla glukojen depolayabildikleri biliniyor. Bütün bunları anlatma sebebim, Stefansson'un çok temelden yaptığı bir hatayı aydınlatmak. Stefansson, Eskimoların yediği yemekleri genel olarak hayvansal gıda olarak sınıflandırmış ve Eskimoların tükettiği deniz memelilerinin yerini, onlar kadar glukojen depolayamayan kara memelileriyle doldurmaya kalkmıştı.

Eskimoların geleneksel yiyeceği "Maktak" balina derisinden yapılan bir tatlı, yoğun olarak glukojen içeriyor ve Stefansson'un savunduğu beslenme listesinde hiç yeri yok.

Glukojenle ilgili bir sorun da, öldükten sonra dokularda hızla bozulmaya uğraması. Eskimoların şansı, gıdalarını dondurucu soğukta kolayca muhafaza ettiklerinden, tükettikleri deniz memelilerinin kara memelilerine oranla daha uzun süre glukojenlerini koruyabilmeleri.

Flaş dondurmayı (Flash Freezing) bulan Clarence Birdseye bu yöntemi Eskimolardan öğrendiğini inkar etmiyor (kaynak)

Tabi Stefansson bu farkı da bilmiyordu ve savunduğu düşük karbonhidratlı ketojenik diyet aslında Eskimoların diyetini yansıtmıyordu. Kristen Borré isimli bir antropolog 1991 yılında yazdığı bir makalede Eskimoların balinaları avladıktan sonra nasıl hızlıca ve organları hangi sırayla yediklerini yazmıştı (kaynak).

Şimdi bakıldığında aslında Eskimoların balinaların en fazla glukojen içeren vücut kısımlarını ilk yedikleri dikkati çekiyor ve bu kesinlikle tesadüf değil.

Bugün Amerikan Beslenme Veritabanı'nın glukojenden zengin gıdalar listesinde balinaları göremezsiniz çünkü ölçümler laboratuar ortamında yapılıyor, sudan çıktıkları yerde değil. Kim bilir denizden çıktıktan ne kadar sonra hangi şartlarda yapıldığından glukojen depoları dayanamıyor (kaynak).


Sonuç olarak Stefansson'un Eskimolardan esinlendiği diyet, birazdan çalışmanın detaylarında da göreceğimiz gibi çok düşük karbonhidratlı ketojenik bir diyet, oysa Eskimolar küçümsenmeyecek oranda karbonhidrat tüketiyordu. Hem de sadece memelilerin glukojenlerinden değil, kök bitkilerden, yemişlerden ve su yosunlarından da faydalanıyorlardı (kaynak).


Bellevue Çalışması

Çalışmaya geçmeden önce, bu çalışma kaynak gösterilerek Türkçe sitelerde paylaşılan bazı yazılar var. Hem o yazılarda anlatılanları hem de orijinal çalışmadaki bulguları karşılaştırabilmeniz için arka arkaya yazacağım (Yazı 1, 2).


İlk olarak hem orijinal yazının hem de Türkçe yazının en temel hatasıyla başlayalım: Orijinal yazıda "Eskimoların nesillerdir nerdeyse tamamen etle beslendiklerini biliyoruz" diyor. Stefansson'u tanıtıyor ve 11 sene kutup bölgesinde yaşadığını, bunun 9 senesini Eskimolar gibi sadece et yiyerek geçirdiğini söylüyor. Oysa yukarda eskimoların sadece et yemediğini, yese bile yediği etlerin, dünyanın geri kalanındaki hayvanlardan farklı olarak karbonhidrat yüklü etler olduğunu belirtmiştim.


Türkçe yazıda bu bölüme şöyle değinmişler:

"1920’li yıllarda İnuit insanları (eskimolar) üzerinde araştırma yapan Vilhjalmur Stefansson, bu insanların ömürlerinin tamamını balık ve etten ibaret olan bir diyetle geçirmelerine ve neredeyse hiç karbonhidrat tüketmemelerine rağmen oldukça sağlıklı bir yaşam sürdürmelerini oldukça şaşırtıcı buldu. O yıllarda sağlıklı bir diyetin karbonhidrattan geçtiği düşüncesi hakimdi. İnuit insanlarının yaşayış şekillerinden etkilenen Stefansson araştırmacı dostu Andersen ile birlikte tam 1 yıl sürecek olan bir deneye girişimeye karar veriyor. Bu deneye göre ikili 1 yıl boyunca etten başka hiçbir şey tüketmemeye karar veriyor."


Türkçe yazıdaki bölümleri özellikle paylaşıyorum çünkü ülkemizde bu yazıyla ilgili bilinen bilgilerin tüm kaynağı bu yazı. Gördüğünüz gibi burada amaç daha şimdiden Eskimo diyetini sağlamaktan ziyade Stefansson'un iddiasını onaylamak gibi duruyor. Ayrıca paragrafta "neredeyse hiç karbonhidrat tüketmemelerine rağmen oldukça sağlıklı bir yaşam sürdürmeleri" ve "O yıllarda sağlıklı bir diyetin karbonhidrattan geçtiği düşüncesi hakimdi" diyerek kendi -gerçek dışı- yorumunu da belli ediyor.


Deney aşamasına geçersek, Türkçe yazıda şöyle anlatılıyor:

"Sadece et yeme diyetine başladıklarında, büyük rahatsızlıklar çekmeye başlıyorlar. Bunaltı (bulantı demek istediler herhalde), hazımsızlık, diare ve daha birçok mide ve bağırsak rahatsızlıkları baş gösteriyor. Bunun nedeni ise kısa süre sonra farkediliyor. Orjinal eskimo diyetinde tüketilen etlerin hemen hepsinde yağ mevcuttu. Ancak Stefansson ve Andersen hala modern toplumun dayattağı şekilde etin yağsız yani “en iyi” kısmını tüketiyordu. Ancak İnuit-eskimo diyetinde etin yağlı kısımları özellikle yenmekteydi. O yıllarda günlük diyette yağ kaçınılması gereken ve sağlıksız olduğuna kesin kanı getirilen bir besin kaynağıydı. Ancak buna rağmen Stefansson ve Andersen, orjinal Eskimo diyetine uygun olarak eti yağlı olarak tüketmeye ve hatta yetersiz kaldığında yağ yemeye başlıyorlar ve tüm mide rahatsızlıkları şaşırtıcı bir şekilde yok oluyor."


"Sadece et" yeme diyetine başladıklarında rahatsızlıklar görülmüş. Hani 11 yıldır orada yaşıyordu ve 9 yıldır bu şekilde besleniyordu. Bu deneye başlayınca mı Eskimoların yağ yediğini fark etti Stefansson? Tabi ki, hayır. "Sadece et" yiyerek hayatlarını sürdüremeyeceklerini ilk olarak o anda anladılar çünkü bugüne kadar hiç bu şekilde beslenmemişlerdi ve "acaba yağ eklesek durumu çözebilir miyiz" diyip beslenmelerine yağ eklediler. Orijinal yazıda beslenmeleri de şöyle tanımlanmış: "Et olarak sığır, kuzu, domuz, tavuk ve bölge olarak da kas, karaciğer, beyin, böbrek, kemik iliği, pastırma ve yağ." Stefansson arada yumurta ve tereyağ da yemiş. Şimdi bunun neresi Eskimo Diyeti ben anlamadım.


Orijinal yazıdaki kişisel detaylara baktığımız zaman V.S. olarak kodalanan Vilhjamur Stefansson'un diyete başladığı sırada diş eti iltihabı dışında bir rahatsızlığı yok. Yemekler Bellevue Hastanesinde yeniyor, Stefansson akşamları uyumaya eve gidiyor (evde bir şey yiyorsa da günahı boynuna artık). 3. gün Stefansson'da bulantı ve ishal başlıyor, diyetine yağ ekliyorlar ve 2 gün içinde ishali geçiyor, sonraki 10 gün de kabızlık çekiyor (Hiç lif almadığından). Kabızlığın ardından deneyin 14. gününde yağlı beslenmesine rağmen tekrar bulantı ve ishal başlıyor (Bu da muhtemel enfekte et veya sakatattan). Sonra yağ-protein oranı değiştirilerek iyileştiği söyleniyor. Çalışmanın 2. ayında Stefansson hastaneden ayrılıyor ve geri kalan 10 aylık periyodu evinde tamamlıyor. 6. ayda, beraber yemek yediği kişiyle birlikte 36 saat süren bulantı-kusma ve ishal atağı geçiriyor. Ayrıca 1 yıllık süre zarfında 2 kere de farenjit geçiriyor ama komplikasyonsuz atlatıyor. Deneyi 375. gün sonlandırıyor.


K.A. olarak kodlanan 2. araştırmacı Karsten Andersen ilk 3 ayını hastanede gözetim altında geçiriyor. Daha sonra yaşadığı mahalleye gidiyor ve her gün ortalama 8 km koştuğu ifade edilmiş (formunu korumak için bire bir). Andersen de Nisan ve Ağustos aylarında 2 farenjit atağı geçiriyor. Çalışmayı sonlandırmak için 367. gün hastaneye yattığında farenjit olduğu görülüyor ve bir kaç gün içinde zatürreye dönüşüyor. 5 gün ağrı ve genel durum bozukluğuyla tedavi ediliyor (antibiyotikler daha keşfedilmedi). Tedavisinde "karbonhidrat" ağırlıklı serumlar veriliyor (kaderin cilvesi).


Bu arada her yerde hep 2 araştırmacı olarak geçiyor ama çalışmada 3. bir kişi daha var ve yazıda E.F.D.B. olarak kodlanan bu kişi, orijinal makalenin yazarlarından Dr. Eugene Floyd DuBois. Türkçe yazıya yansımayan detay ise bu 3. kişinin sadece et yemeye başladıktan 10 gün sonra deneyi yarıda bırakmış olması. Muhtemelen bu kişi aynı zamanda yazıyı yazan kişi de olduğundan sebebi yazılmamış.

Bu arada "sadece et" yenmiş gibi gösteriliyor oysa burada gördüğünüz gibi gün içinde alınan kalorinin sadece %~20'si proteinden geliyor, bu oran bugün hepimizin beslenme şeklindeki orana çok yakın. Yani aslında dizayn ettikleri sadece et yeme deneyi değil, karbonhidrat yememe deneyi. Günlük protein alımı normal popülasyonla denk.

Tablodaki "Acetone bodies" sütunundan da deneklerin ketoziste olduğunu anlayabiliyoruz. Bu veri de Eskimolarla uyumlu değil. Ama bu veri, eve gittiklerinde kaçamak yapmadıklarının bir göstergesi sayılabilir.


Gelelim deney sonucunda gözlenen bulgulara... Türkçe yazıda şöyle aktarılmış; "Deneyin sonucunda birçok bilim otoritesi kalp ve damar sorunları geliştirmiş olabileceklerini düşünüyor. Ancak sonuçlar bundan fersah fersah ötede hatta tam tersi istikamette çıkıyor. İkili 1 yıl sonunda kontrollere girdiklerinde mental ya da fiziksel olarak hiçbir rahatsızlıkları çıkmıyor. Günlük olarak tavsiye edilen ortalama kalori miktarının üzerinde kalori tüketmelerine rağmen (2500-3100 kalori) kilo alma problemi yaşamadıkları gibi tam tersine vücut yağ oranları düşüyor. Örneğin 74 kg olan Vilhjamur 69 kiloya iniyor ve sağlıklı bir biçimde 1 yıl boyunca aynı kiloda kalıyor. İkilinin klinik olarak tüm vitamin ve mineral değerleri oldukça iyi gözüküyor. Kalp ve damar sağlığı bakımından da gayet sağlıklılar. İşin kozmetik kısmı ise daha da enteresan gözüküyor. İkili ciltlerinin daha dolgun ve pürüzsüz olduğunu bilidiyorlar. Vilhjamur saçlarının daha parlak ve sağlıklı olduğunu söylerken, deneye başlamadan önce saç dökülme problemi yaşayan Andersen dökülen saçlarının durduğunu ve yeni saçlarının çıktığını kafa derisinin hiç olmadığı kadar sağlıklı olduğunu söylüyor. Andersen deneyin saçına olan etkisinden kadar memnun kalıyor ki, deneye tam 7 sene daha devam ediyor ve bu süre boyunca gayet fiziksel olarak gayet sağlıklı kalıyor ve saç dökülmesi yaşamadığını belirtiyor. Öte yandan 1 yıl sonunda deneyi bırakarak eski beslenme alışkanlıklarına dönen Stefansson ise 85 kiloya çıkıyor. Deney esnasında sağlıklı aralıklarda olan tansiyon verileri tekrar yüksek çıkmaya başlıyor. Ayrıca deney esnasında büyük tuvaletlerinin neredeyse hiç koku yapmadığını gözlemlerken, karbonhidrat ağırlıklı diyete geçtiğinde, kokunun tekrar geri geldiğini belirtiyor."


Bakalım orijinal makaledeki bulgular nasıl... Stefansson'un diş eti iltihabı gerilemiş, Türkçe yazıda da dendiği gibi hiç bir fiziksel ve mental rahatsızlık bulgusu yok, geçirdikleri farenjit, ishal ve zatürreleri saymazsak. Orijinal yazıya göre "Dışkıları normalden küçük, rahatsız etmeyen keskin bir kokusu var ve gaz çıkarma gözlenmemiş". Türkçe yazıda dışkılarının hiç kokmadığı hatta eski beslenmelerine geçince tekrar kokmaya başlandığı söyleniyor. Küçük olması da pek iyi bir gösterge değil zira lifsiz beslenildiği anlamına geliyor. Ayrıca gaz olmaması sosyal açıdan iyi bir şey gibi gözükse de bağırsak bakterilerinin iyi yönlü hiç çalışmadığına da bir işaret olarak algılıyorum. Yani pek de övünülecek bir şey değil (Bağırsak bakterilerinin çalışma şekli ve gaz çıkarma fizyolojisini anlattığım videoyu izlemenizi tavsiye ederim).


Türkçe yazıda Stefansson'un 5 kilo verdiği, eski beslenmesine dönünce de eski kilosunun 11 kilo üstüne çıktığı söyleniyor.

Oysa verdiği kilo 2,8 ve sonrasında 85 kiloya çıktığına dair veriyi ben bulamadım. Ketojenik beslenen ve glukojen depoları olmayan biri için 2,8 kilo hiç bir şey sayılmaz. 1 gram glukojen 3 gram suyla depolanır. Standart ölçülerde bir insanın vücudunda 500 gram glukojen vardır ve bu da 1500 gram su tutar. Bu da zaten 2kg kayıp demektir. Ayrıca Karsten Andersen de sadece 1,4 kg kaybetmiş.


Saç dökülmesiyle ilgili ben yazıda bir bilgi bulamadım. Andersen'in de saçlarının daha gür çıktığını söylediği yazılmış fakat orijinal yazıda Andersen'den "nerdeyse tamamen kel" olarak bahsediliyor. Ama saç konusunda o kadar memnun kalmış ki 7 sene daha bu şekilde beslenmeye devam ediyor denmiş. 7 sene sonra ne oluyor da bu beslenmeyi bırakıyor keşke o da açıklansaydı.


Bu arada bir kaç tansiyon ölçümü dışında deneye devam eden bu iki kişiyle ilgili kalp ve damar sağlıklarının çok iyi olduğu söylenmesine rağmen konuyla ilgili hiç bir veri yok. O kadar ki, kan kolesterol düzeyleri bile ölçülmemiş, ya da yayınlanamayacak kadar yüksekti belki de.


Sonuç olarak çalışmanın gösterilen hipotezi "sadece et yiyerek vücudumuzda bir sorun olur mu" gibi gösterilmiş ama söylenmeyen gizli hipotezi "çok düşük karbonhidratlı ketojenik beslenmeyle vücudumuzda bir sorun olur mu"nun çaktırmadan cevabı aranmış ve cevap hayır gibi bulunmuş. Evet 1 sene içinde geçirdikleri hastalıkları -ki zatürre o dönem ölümcül olabilecek bir hastalık- saymazsak daha kötü olmamışlar. Ama 1 yıl, insan ömrünün %1,5'unu oluşturuyor ve bu beslenme şekli insan ömrünün bu şekilde sağlıklı kalabileceğinin bir göstergesi kesinlikle değil.


Çalışmanın Günümüzdeki Anlamı

Sonuç olarak ben bu orijinal makaleyi Türkçe'ye yorumlayarak çeviren kişi veya kişilerin bunu kötü niyetle yaptıklarını söylemiyorum. Belki benim erişemediğim kaynaklardan bazı farklı bilgilere ulaşmış olabilirler, ama paylaşırlarsa sevinirim. Benim temelde karşı olduğum, olayın magazinsel yönünden ziyade gerçeklerin çarpıtılarak alttan hayvansal gıdaların sağlıklı olduğu mesajının verilmeye çalışılması.


Stefansson'un Eskimolardan -yanlış- esinlenerek oluşturduğu bu beslenme şekli, 1 yıl içinde ölmediler diye aklanmış sayılmıyor. Hayvansal gıdaların içerdiği doymuş yağlar ve kolesterol yüzünden ateroskleroz, yani damar sisteminde tıkanıklık yaptığını biliyoruz. Bu çalışmada, ne öncesinde ne sonrasında deneklerin kalp ve damar sistemleri veya kolesterol seviyeleriyle ilgili bir bilgi yok. Ayrıca Stefansson'un da beyin damarında bir tıkanıklık sebebiyle öldüğü biliniyor (sürpriz değil) (kaynak).


Bütün bunların tam 100 sene önce olmuş olması aslında bugün, hayvansal gıdaların içerdiği toksinlerin göz ardı edilmesine de sebep oluyor. Hepsini geçtim, Stefansson %100 Eskimo Diyetiyle de beslenmiş ve bu beslenme tarzını yaymaya çalışmış olsaydı da karşı çıkardım. Eskimoların kalp ve damar hastalıkları geçirmedikleri bilgisi doğru değil. Yapılan çalışmalarla Eskimoların daha fazla beyin damar tıkanıklığına bağlı inme geçirdiklerini (kaynak) ve yapılan otopsilerde kalp damarlarının standart amerikan vatandaşlarından daha tıkalı olduğunu biliyoruz (kaynak). Yani Stefansson bir yanlışın içinden başka bir yanlış çıkarmaya çalışıyordu ve bunu o yıllarda başaramamış olsa bile bu yıllarda gündeme gelerek kısmen de olsa başardı diye düşünüyorum.


Hayvansal ağırlıklı beslenmenin zararlarını anlattığım videoları ve balık yağı endüstrisinin altında yatan gerçekleri anlattığım videoyu da izlemenizi tavsiye ederim.


Dr. Suat Erus, Aralık 2018 www.suaterus.com

4.117 görüntüleme1 yorum
bottom of page